Yaşıyorum… Yazıyorum…

Eylül 11
Yaşıyorum… Yazıyorum…
Sevdamın yanıbaşındayım. Birşeyler anlatıyor hüznü kâfi… Havaya bi’ kaç bulut hakim. Güneş aradan göz kırpıyor tüm Salacak sahiline…
Serinlik var hafiften, üşütüyor altına saklandığım çınar ağacının dallarını. Marmara’da da bir hırçınlık var, kayaları dövercesine çarpıyor sahile.
Sevdiğinden ayrılmış birinin acısının sinire çalan bi’ vakti sanırsın… Çaycı abinin sesiyle irkilip kendime geliyorum ve bir çay söylüyorum.
Çevremde sadece iki masa olduğuna takılıyor gözlerim. Yaşları benden büyük amcalar oturmuş çaylarını yudumlar iken muhabbetlerini sürdürüyorlar.
Kimisi hayırsız evlatlarından, kimisi torunlarının yaptıklarından konuşur iken kimiside eksik yatan maaşından hayıflanıyor. Zannımca amcalarımız emekli!
Bir diğer masada yalnız başına oturan amca… Uzun süre izledim; hep uzaklara bakıyor belli ki bir yarası vardı. Düşünmeye, sezinlemeye koyuldum.
Sol el yüzük parmağında alyansı var, yarası sevdiği değil belli diyorum kendi kendime. Çaycı abi geldi bu sırada yeni çay demlediğini onu beklediğini söyleyip
çayımı bıraktı masaya. Ona sordum, yalnız başına oturan amcayı tanıyıp tanımadığını. Ondan öğreniyorum; adının Mehmet olduğunu ve hikayesinin bir kısmını.
Mehmet amca on sene evvel eşini kaybetmiş ve hiç evlenmemiş. Mahallenin eski gelenlerindenmiş. Evi yokuşu yukarı çıkar iken ikinci sol sokaktaymış.
Hergün öğle namazını Sinan Paşa Camii’nde kıldıktan sonra buraya gelir, oturur uzaklara dalar gidermiş. İkindi vakti yaklaştığı vakitlerde çaylarının parasını öder,
hayırlı işler diler ve gidermiş. Çaycı abinin Mehmet amca hakkında bildikleri bunlardan ibaretti. Ne kadar Mehmet amcanın yanına gidip muhabbet etmek istedimsede
cesaret edemedim. Sevdasıyla arasına girmekten çekindim. O kadar güzel bakıyordu ki uzaklara sanki gözleri Sevdasının gözlerine bakıyordu.
Öyle dolu dolu, öyle yaşlı yaşlı… Çıkarttım defterimi yazmaya koyuldum;

Sevmek başka birşeydi… Sevmek Sevdiğinin yanında olamasan dahi Yüreğinden sarılmaktı, her an Onun ile olmaktı.
Her anını, her bakışını, her gülüşünü, her göz yaşını, her derdini hissetmekti.
Sesinin her tonunu kulaklarından eksik etmemekti. Özlemekti, öyle bir özlemekti ki bu;
denizinden çıkarılmış balığın denizine olan çırpınışı gibi. Öyle nefessiz, öyle çaresiz…
Sevmek; Unutmak değilde, günde beş vakit Rabb’inden avuç içini dolduran damlalar miktarı istemekti.
Mehmet amcaydı, Sevmek.

Hayat garipti ve insanlar hayattan daha garip. Sanki dünyada Sevmek bi’ dokunuş, bi’ öpüşten ibaretti. Sen beni Sevdin, ben seni sevdim. Sen bir lira verdin,
ben çikolata verdim. Dünyada Sevmek bakkal işletmesiydi sanki. Bunun yanı sıra Sevmeyi ezerek öpüşmekten ibaret sanan bir grup insan da vardı, acınası.
Peki ya siz hiç Can’ı acır diye öpüşmekten korktunuz mu?

11 Eylül 2016 – Salacak